BLOG
Anadolu mutfağı Kimliğini Kaybediyor
Küreselleşmenin yarattığı kültürel çorak iklime karşı, yerel mutfakların özgün reçetelerini korumak mecburiyetindeyiz. Yerli üretimlerimiz, küresel gıda sistemlerine yenik düştükçe, özgün kültürler erozyona uğramakla kalmıyor aynı zamanda yeme ve içme, haz odaklı, faydasız bir tüketime dönüşüyor ve giderek sağlığımızı da kaybediyoruz.
Yazan: Bünyamin ARDIÇ
Yeme içmenin insanın varoluşuyla başlayan tarihi, eşsiz bir deneyim ve araştırma alanı...
Bu deneyim de neler yok ki! Bir kaşığın içinde, kimyadan sağlığa, sosyolojiden sanata kadar nice şifreler saklı.
Çünkü yiyip içtiklerimiz; milli kimliğimiz, coğrafi deneyimimiz ve medeniyet tasavvurumuzdur. Ulusal mutfağımız toplumumuzun aynasıdır.
Türk tarihi ile at başı giden Türk mutfağının son yüz yılda yaşadığı yıkım ve zararı tarihin büyük istilacıları olan Moğollar Anadolu’da gerçekleştirememişti.
Endüstrileşme, her şeyin olduğu gibi sofralarımızın da çehresini değiştirdi. Hibrit tohumlar, GDO, karbon ayak izi, fastfood kültürü derken, sofranın özünden uzaklaştık. Nitekim bugün önlenebilir hastalıkların kökenine baktığımızda, çoğunun yiyip içtiklerimizden kaynaklandığını görüyoruz.
Tereyağının yerini margarinler; pekmezin yerini kimyasal şekerler; tam buğday unun yerini beyaz un; doğal domates ve biber soslarının yerini ketçap, mayonez gibi soslar alarak büyük yapısal dönüşümlere sebep oluyor.
Evliya Çelebi’nin tek sofrada bahsettiği 11 çeşit pilavın bugün revaçtaki kullanımına baktığımızda pek çok tarifin de unutulup kullanımdan çekildiğini görüyoruz.
Yemek ve sofra kültürü toplumların kimlik inşasında en önemli öğelerden birisidir.
Bu gelenek coğrafya, din, savaş ve göçlerin etkileşimi sonucunda ortaya çıkar.
Türk ve Anadolu mutfağı da en az Türk tarihi kadar eski ve güçlü bir mutfaktır.
Bugün bu özelliklerini yitirmeye ve küreselleşen mutfak karşısında yenilmeye ya da onun bir metası olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Dolayısıyla yarasa yiyen birine kızabilmek için evvela kendi mutfak kültürümüze sahip çıkmak zorundayız.